5 Haziran 2012 Salı

"Allah'a Ulaşmayı Dilemek" ve "Allah'a İbadet Etmek" - İskender Sansasyonları - 1

Bu yazıyı neden yazdığımı düşünenler olabilirler, belki bu tür sözlerle karşılaşıp, acaba diye araştıranlara denk gelir yazımız, çünkü ayaklarını bir kere o yola atanların geriye dönüşü hiç kolay değil. Aklıma Aksaraylı bir teyzenin anlattığı geliyor. "Deccal çıktığı zaman, kafasını pencereden dışarı sokup bakanlar, kafasını o pencereden geriye sokamayacaklardır." Aslında böyle olacağına dair belli bir kaynak olmamasına rağmen oldukça etkileyici ve doğru görünen bir sözdür. Özellikle bunu İskender Evrenasoğlu müridleri ve tabiilerine bakınca...İnsanları kandırmak kolaydır, özellikle dini bilgisi fazla olmayan, boşluğa düşmüş, kafasında bir sürü sorularla yönünü şaşırmış kişileri...Günümüzde bilinçaltımıza aşılanan binlerce görüntü, resim gibi şeyler vardır. Biz farkında olmazsakta bunlar bilinçaltımıza iletilir. Seneler önce dini konuda hiçbir bilgisi olmayan bir kişi ile görüşüyorduk. Dini konuda sorusu olduğunda gelip bana sorardı. "Bir gün bana mehdi ile tanıştım" dedi. Bende pek samimiyete almadığımdan dolayı kısa zamanda hakikati anlar düşüncesiyle hayrlısı olsun dedim.  Belki iki gün geçti veya geçmedi...Yine aynı konu açıldığında birçok çarpıtma ve aldatma hususunu gördüm, uyardığımda ve doğrusunu söylemeye çalıştığımda ise dini konuda kafasına takılanları doğru düzgün namaz abdest bilmeyen bu kişi karşımda alim kesildi, "sen cahilsin, birşey bilmiyorsun" diyerek karşımda din alimi kesildi. Daha kaç yaşında çocuk yahu...Neyse zamanla bu sapkınlık iyice yayılmaya başladı. Yok nur küreleri görüyorlarmış, yok nur baloncukları yutuyorlarmış vs... bunlar bana çok basit geliyor. Çünkü bunların yaşanılabileceği birçok husus var. Bilinçaltı, Hayalünasyon, Şartlanma, Cinler, Şeytanlar bunun gibi birçok sebep vardır. Şeytânlar zikir esnasında kişileri zikirlerinden alıkoymak için bir sürü oyun yapar. Bu konuyu çok uzatmayacağım, çünkü konumuz uydurma keramet ve istidrac hususları değil.


İskender Evrenasoğlu demiş ki;
Allah'a ulaşmayı dilemeyenler; onların gidecekleri yer cehennem. Allah'a ulaşmayı dilemiyorsa o kişinin 30 sene boyunca bütün namazları kaçırmadan kıldığını düşünün. Bütün ramazanlarda oruç tuttuğunu düşünün. Bütün güzellikleri işlemiş birisi düşünün. Yani namaz kılmış, oruç tutmuş, zekât vermiş, hacca gitmiş. Kendi kendine "Lâ ilâhe illallâh Muhammeden resûlullah" da demiş. 30 sene bunların hepsini yapmış ama 40 sene de yapsa, 50 sene de yapsa o kişi kurtulamaz. Çünkü Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetlerinde şöyle söylüyor:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
Şimdi gelelim. Yukardaki çarpıtma ile diğer tüm meâllerin birleştiği manâya;


 Şüphesiz bize kavuşacağını ummayan ve dünya hayatına razı olup onunla yetinerek tatmin olan kimseler ile âyetlerimizden gafil olanlar var ya; işte onların kazanmakta oldukları günahlar yüzünden, varacakları yer ateştir.
Yûnus / 7


Not: Renklendirmeyi arapça manâsına göre yaptım ki, doğru anlaşılsın. Çünkü "dilemek" olarak çevirdikleri yerciuna'nın manâsı "Ummak, Ümit etmek" manâsına gelir. Likâena ise ;  "kavuşmak, dönmek" manasına gelir. Yani kur'ân meâllerinde arapça olarak çevirdikleri çoğu söz doğru değil. Ayrıca bir sorun daha var. Arapça harfleri ile latince harflerinde de hatalar var.  Zamanında (keşke not alsaymışım) ayetlerinde yanlışlıklar görmüştüm. Arapçasında harf eksiklikleri, latincesinde yanlış yazımlar gibi...
Diğer âyetleri söz konusu bile etmiyorum. Çünkü konuyla alâkası bile yok!


Allah'a ulaşmayı dilemeyen ile Allah'a döneceğini, kavuşacağını ve huzuruna çıkacağını ummayan kelimesi arasında uçurum kadar fark vardır. Çünkü Ummayan bir kişi, Allah'tan gafil olan birisidir.  Çünkü inanmamış, Allah'ın varlığını dahi inkâr etmiştir. Ve sonucunda Allah'ı bırakarak dünyaya bağlanmıştır. Günümüzdeki ateistlere baktığımızda bunları görüyoruz.  Allah'ın varlığına inanmazlar, ahiret gününe ve cennet-cehennem'e inanmazlar, Allah'a inanmadıkları gibi, onun huzuruna döneceklerini de ummaz, akıllarına bile gelmez ve ümit etmezler...

Yukarıdaki sözü iki âyetle çürüteceğiz.
Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekatı verenlerin mükafatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.


Bakara / 277


Şimdi İskender'in yorumuna bu âyet cevap olarak yeter. Çünkü Allahu teâlâ burada bunları yapanların üzüntü duymacaklarını ve korkmalarına da gerek olmadığını bildiriyor.
Bunun gibi nice âyetler varken, bre gafil iki kelime için insanları cehenneme gönderdin..!
Şunu kimse unutmasın  kişi ne "La ilâhe ilallah" diyerek cennete girer,  ne de "Allah'a ulaşmayı dilememekle" cehenneme gider.  Çünkü cennet bu kadar ucuz değil, cehennemde bu kadar lüzumsuz değildir.  "La ilahe ilallah" diyen bir kişinin öncelikle bu cümlenin özünü bilmesi gereklidir. Şehadet getiren bir kimsenin de şehadet getirirken ne dediğini bilmesi icab eder. Yoksa şehadet etmiş olmaz. Kimin tek ilâh olduğuna, kimin Allah'ın resulü olduğuna şehadet ediyor" bilmesi gereklidir.  Allah'ın emirlerini yerine getiren bir kimse Allah'a döneceğini, ahiret'e, cennet-cehennem'e, dönüşün yalnız Allah'a olduğunu umarak ve ona yönelerek ona ulaşma ümidiyle emirlerine sarılır. Oturup, dizlerini  kırıp, "Allah'ım sana ulaşmayı diliyorum" diyerek "Bak ben diledim, sende bana söz vermişsin (hangi ayette verdiyse ?!) sorumluluğu sana ait, benden günah gitti" dedikten sonra"Ohhh kurtuldum, mutluyum, huzurluyum" deme lüksüne sahip değildir.  Ama Allah'a ulaşmayı dileyip, bunun gereklerini Hz. Muhammed aleyhissalatu vesselâm'ın gösterdiği yolda (sünnet) amel ederek yapmasıdır. Buradaki dilemek sadece sözlü duâ ve niyetten başka birşey olamaz. Bunu söyledin diye cennet'e, söylemedin diye cehennem'e gitmezsin. Çünkü buna hakiki deliller yok. Geçenlerde de farkettim İmâm-ı Rabbani'nin sözlerinden birini siper edip, "Allah'a ulaşmayı dilemek" sözlerine destek aramışlar, lakin kaynak verdikleri söze bakınca, kastettiklerine dair tek bir söz göremedim...Bu kadar zavallı herşeyde kendilerine menfaat sağlayacak şeyler aramaları acınacak durumdur. Allah'ın peygamberimiz aleyhissalatu vesselâm'a indirdiği âyetleri dahi incili tahrif eden, tevratı değiştiren kişiler gibi azgınca saldıran bu kişilerin boğazında her zaman düğüm olarak kalacaktır. Çünkü kur'ân-ı kerîm birçok sahtekârlıkları devirebilecek sözlere sahiptir.

Gelelim bu desteklendiğimiz diğer âyet'e Allahu teâlâ bu "Ulaşmayı dileyip, cennetlik olduklarını" söyleyenlere güzel bir cevap vermiştir.



İnsanlar, “İnandık”(Allah'a ulaşmayı diledik) demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler. Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah, doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.


Ankebut / 2-3.Âyet




Bu âyetlerin tefsirlerini gözden geçirelim. Görelim bakalım, bu iskendercilere ne demek istiyor bu âyeti kerîme de...Sakın ha hafife almayın, çünkü bu tefsirler arapça bilmeyen kişiler tarafından yapılmıyor, hadis-sünnet, icmâ, kıyas gibi birçok husus gözönüne alınarak tefsirler yapılıyor. (İskender'in aksine)



İnsanlar sadece amenna deyivermekle terk edileceklerini mi zannettiler?
İman ettik deyivermekle salıverileceklerini mi zannediyorlar? Öyle mi hesap ediyorlar? Öyle mi umuyorlar ki amenna deyiverecekler, inandık deyiverecekler de salınıverecekler öyle mi? Hesaplarını kitaplarını buna göre mi yapıyorlar? İman ettik deyiverecekler ve sonra hemen cennete gidecekler öyle mi? Dünyada hiçbir sıkıntı çekmeyecekler ve âhirette de kurtulacaklar. İmtihan edilmeyecekler, denenmeyecekler öyle mi?

İman ettik diyenlere sesleniyor Rabbimiz. Diyor ki iman ettik demeniz yetmiyor. Bu iman iddialarımızın pratiğini, amelini isteyecek Rabbimiz. İman iddiasında bulunan herkesi deneyecek Rabbimiz. Acaba böyle bir iddiada bulunan insanların sözleriyle amelleri, iddialarıyla hayatları, düşünceleriyle hareketleri bir mi? Değil mi? Öyleyse kişi Kur’ân’ın bir konudaki uyarısına iman ettim dese de, sonra o konuda Allah imkân verip de imtihan edince, deneyince sanki kâfirler gibi o konuda her hangi bir uyarı yokmuş gibi davranıyorsa, Kur’ân’dan habersiz yaşıyorsa ya da kitabının o âyetinden haberi yoksa o zaman o da onlardan olacaktır Allah korusun.

Yâni hangi konunun imanını gündeme getirmişsek o konuda mutlaka bir denenme gelecektir karşımıza. Neye inandığımızı söylemişsek o konuda deneneceğiz ki sağlam mı inanmışız, yoksa değil mi? Bu ortaya çıksın. Meselâ bir müslüman infaka veya zekâta inandığını mı iddia ediyor? Eğer bolca param olsaydı ben onu Allah yolunda infak ederdim mi diyor? O konuda mutlaka kendisine denenme gelecektir. Allah günün birinde ona bolca bir para verecek, bu imkânı yaratacak ve onun sağlam mı inandığını, yoksa cıvık mı inandığını ortaya çıkaracaktır.

Veya bir müslüman eğer boş zamanım olsaydı ben de onu Allah’ın kitabını ve Resûlünün sünnetini öğrenmeye harcardım mı diyor? Bu konuda bir iman mı ortaya koyuyor? Allah günün birinde onun karşısına bolca bir zaman çıkarıp onun inanıp inanmadığını ortaya çıkaracaktır.

Veya meselâ bir kadın eğer Allah beni iyi bir ortamda yaratsaydı ben de tepeden tırnağa örtünürdüm mü diyor? Allah mutlaka onun karşısına böyle bir ortam çıkaracak ve onun bu konudaki samimiyetini deneyecektir. Yâni hangi konunun imanını gündeme getirmişsek, hangi konuda ne tür bir iddiada bulunmuşsak, o konuda Allah bize denenme gönderecektir. Fırsat verip sağlam mı, yoksa bozuk mu inandığımızı ortaya koyma imkânı yaratacaktır. Değilse o konuda imkân vermese kimin ciddi, kimin yalancı olduğu ortaya çıkmaz.

Evet sadece mücerret iman deyivermekle kurtulacağınızı sanmayın. Unutmayın ki:

Onlardan öncekileri de denedik. Baksanıza Biz nicelerini denemekteyiz. Sizden öncekileri de imtihana tabi tuttuk. Sıkıntılar, dertler, hastalıklar, savaşlar, zenginlikler, fakirlikler, ölümler, yaralanmalarla denedik ki, kim sadâkatle Allah’a bağlı? Kim sahte inanmış? Ben de müslümanım diyen, biz de müslümanız diyen herkes mutlaka denenecektir. Neyle, nasıl denenecekler? Rab Ben mi? Değil mi? Yaratıcı Ben mi? değil mi? Bunları veren ben mi? değil mi? Bu bedenin, bu canın, bu hayatın Benim mi? senin mi? Şu elindeki mallar, mülkler, fırsatlar, imkânlar senin mi? Benim mi? Şu evlâtların senin mi? Benim mi? Baba, ana, dükkan, tezgah senin mi? Benim mi? Hayata egemen olan sen misin? Ben miyim? Ya Rabbi sen bana akıl vermişsin, hayat vermişsin, mal, mülk, evlât vermişsin ama ben onları senin yolunda değil de başka şeyler peşinde kullanıyorum mu diyeceksin? Yoksa Benim yolumda mı kullanacaksın? İşte tüm bu konularda kullarını dener Allah.

Yâni inandım dediği sözünün eri midir? Değil midir? Ben Allah’a ve Allah’tan gelenlere inandım diyen bir kişi ve toplum bu sözünde samimi mi? değil mi? Rabbimiz bunu deneyecektir. İnsanlar müslümanlıklarında samimi mi? değil mi? bunu zaten Rabbimiz biliyor da bizi bize ispat edecek. Yarın bir itiraz hakkımız kalmayacak. Allah sadıkları da, yalancıları da denemelerden geçirerek böylece ortaya koymaktadır.

Bugün herkes kendini beğeniyor, herkes biz en iyi müslümanız, bizden daha iyi müslüman olamaz diyor. Bizler şu anda Allah’ın istediği bir hayatın içindeyiz, elbette Allah bizi cennetine koyacaktır. Bizi koymayıp da cennetine sığırları mı koyacak diyor. Halbuki bakın Rabbimiz buyuruyor ki, sizler denenmeden, imtihana çekilmeden bırakılacağınızı mı zannediyorsunuz?

Şurasını hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayalım ki, zaten bizler iman davasında denenmek için bu dünyaya geldik. Öyle değil mi? Eğer inandık deyivermekle iş bitmiş olsaydı, zaten bunu “galu belâ”da söylemiştik. İman ettik ya Rabbi, sen bizim Rabbimizsin demiştik. Eğer iş sadece bunu söylemekse, o zaman niye bu dünyaya geldik? Bu sözümüzde samimi miyiz, değil miyiz denenmek için geldik bu dünyaya. İmtihan için, ibtilâ için, belâ için geldik bu âleme.

İmam Kurtubî der ki; Belâ en çok peygamberlere, peygamber yolunun yolcuları olan âlimlere ve onların yolunda olan samimi mü’minlere gelir. Belâ insanların imanlarının derecesine göre gelir. Unutmayalım ki şu anda kanları akıtılanlar, zindanlara tıkılanlar, çeşitli belâlara maruz kalanlar imanları bizden çok daha kuvvetli olanlar oldukları için bu tür imtihanlara tabi tutuluyorlar. Din yönünden salâbet sahipleridir onlar. Ama din yönünden tavizkâr olanlar, ufak tefek sıkıştırmalar karşısında geri adım atmaya hazır olanlar daha az belâya uğrayacaklardır. İşleri tıkırında olacaktır onların. Kasaları keseleri dolmaya, makamları koltukları büyümeye devam edecektir. İşte şu anda bizler de müslümanız, ama imanımız müslümanlığımızı tümüyle ortaya koyamadı. İmanımız dinimizin tümünü uygulama alanına koymaya gelemedi. Hani Yusuf sûresinde öyle deniyordu:
“Onların çoğu ortak koşmadan Allah'a inanmazlar.”
(Yunus 106)

İnansalar bile onların pek çoğu Allah’a ancak müşrik olarak inanırlar. Şirk koşar da öyle inanırlar Allah’a. Müşrikçe bir mü’minlikten yanadırlar. Müşrikçe bir iman, hıristiyanca bir imandan yanadırlar. Yaratıcı olarak Allah’a inanırlar, ama yönetici olarak inanmazlar. Göklerde hakim ve egemen bilirler Allah’ı, ama yerde başka egemenlerin varlığına inanırlar. Yâni illa Allah’a ortaklar bulurlar. Kendilerinin de tanrılıklarını iddia ederler. Kendileri gibi olanları da tanrı makamında görürler. Bazen güneşi, bazen ayı, bazen yıldızları, bazen insanları, idarecileri, tâğutları, bazen onların yasalarını, yönetmeliklerini, bazen âdetleri, bazen modayı tanrı makamında görürler. Hem Allah’ı dinleyelim hem de bunları derler. Hayatımızın bazı bölümlerine Allah, bazı bölümlerine de bunlar karışsın derler. Allah yoluna, peygamber yoluna, vahiy yoluna kurban olacakları yerde Allah ve peygamberi karşısında eğilenler karşısında eğiliyorlar.

Allah’a kul olacakları yerde kendi hevâ ve hevesleriyle uydurdukları sistemlere, kendi diktikleri putlara kul köle olurlar. Ama sonunda o uydurdukları tanrılar kendilerine hiç bir fayda sağlamaz. Allah’ın namazına inanırlar, ama ekonomisine inanmazlar. Orucuna inanırlar, ama hukukuna inanmazlar. Haccına inanırlar, ama tesettürüne inanmazlar. Kendilerini mülkün sahibi görürler. Sadece Allah yetkisinde olan zekâtta, infakta Allah’tan başkalarına hisse ayırırlar. Sadece Allah’ı dinlemeleri gerekirken, başkalarını da dinlerler. Sadece Allah yasalarını uygulamaları gerekirken, başkalarının yasalarını da uygularlar. Allah’a inanırlar, ama sebeplere de inanırlar. Allah’ı severler, ama tağutları da severler. Neticede inanmazlar mı çıkıyor, dilim varmıyor onu söylemeye.
Peki sebebi nedir bunun? Benim anladığım o ki, imanlar kalplerde kökleşmemiş, ya da kökleşen imanlar henüz dışa taşacak, amele dönüşecek noktaya gelmemiş. Her ne kadar amel imandan bir cüz sayılmamışsa da, bazı âlimlerce amel imanın muhafızıdır. Yâni o zaman amelsiz iman muhafızsız kaldığı için sönmeye, yok olmaya mahkum olmuştur Allah korusun. Rabbimizin kitabında; “ey iman edenler, iman edin!” hitabı galiba bunu anlatıyor. Eğer bir insanın kalbini yarıp bakabilsek iş biraz kolay olacak. O zaman; eh benim imanım iyi, yahut kötü diyebilecek ve kontrol edebileceğiz, ama bu mümkün değil. O halde başka çaremiz yok, amellerimize bakacağız, düşüncemize bakacağız, meyil ve arzularımıza bakacağız, kabul ve retlerimize bakacağız. Çünkü biliyoruz ki önüne konan cenazenin namazını kıldıracak adam, her halde onun kalbini yarıp içine bakıp öyle karar vermez de sorar çevresine; cemaat, bu adamı nasıl bilirsiniz? Namaz kılar mıydı? Filan diye.


Detaylı Tefsirler için http://www.darulkitap.com/oku/kuran/tefsirler/tefsirkulliyati/
Ankebut Sûresi'ni tıklayarak aşağıdaki tefsirlerden herhangi birini seçerek  2-3'cü âyetlerini inceleyebilirsiniz.